Semizotu salatasının içine düşen sinek, seninkilerin bildiği Şermin, soğuk ama girince alışılan deniz, her yerde kesilince çabuk gelen elektrik, TOKİ’den evler, son otobüsler, migreni tutanlar, zona olanlar... Köprüsü görünmeyen trafik, nar ekşisi, dut kurusu... Falan filan ve filankes işte.
Pınar Öğünç, hayatın mânâsızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini... Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri... Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini... Teferruatları, boşlukları, saçma hararetleri, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı. Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri... Türkçe edebiyata yeni bir parantez... “Bir derdimiz mi vardı?”

Thursday, January 22, 2015

"Mutlu Sona Fırsat Yok"


Gazeteci Pınar Öğünç, "Aksi Gibi"de Türkiye’nin ve 21. YY.'ın gerçeklerini, yazdığı 19 ayrı hikayede bir araya getiriyor.


E. NİDA DİNÇTÜRK

Yazdığı köşe yazıları ve yaptığı söyleşilerle tanınan Pınar Öğünç’ten beklenen hamle geldi: Bir öykü kitabı. İsmi de "Aksi Gibi". Kitap, hayatı gerçeğinden ayırmadan ele alan bir dizi kurmaca. Öğünç öykülerinde gözlerimizi, bakmayı akıl edemediğimiz yerlere çekmeyi başarıyor.

Gerçeğin giderek daha çok kıymete bindiği, bilginin değerlendiği şu günlerde olanı biteni olduğu gibi göz önüne seren herkes, bizim için birer kahraman. Pınar Öğünç de köşesinde masal anlatmak yerine her şeyi gördüğü, duyduğu haliyle aktarmayı tercih eden sayılı gazetecilerden.

Gerçekçilik tutkusu

Pınar Öğünç, daha önce inceleme ve araştırma kitapları yayımlamıştı. Hatta son kitabı "Asker Doğmayanlar" oldukça dikkat çekiciydi. Öğünç, 14 vicdani retçiyle yaptığı röportajları bir araya getirmiş, zorunlu askerliğin kararttığı hayatları anlatmıştı. Gazetedeki kaleminin ucunu, iş edebiyata geldi diye hiç yumuşatma gereği duymayan Öğünç, edebiyattaki üslubunun da gerçeklik tutkusundan geçtiğini bu kitapta kanıtlıyor.

"Aksi Gibi", toplumun çeşitli kesimlerinden, birbirinden farklı ama aynı kaygıları olan onlarca insanın reddedemediği hayat formlarını, sancılarını, bulunduğu halle paralel gitmeyen duygu durumlarını irdeliyor. Bunu yaparken öyküsüne şahit olduğumuz her bir karakterin sokakta omzuna çarpabileceğimiz, otobüse bindiğimizde ortaya ilerlemesini isteyeceğimiz, öğlen yemeğinde bir mercimek çorbası sipariş edeceğimiz insanlar ya da sabah uyandığımızda yüzünü yıkadığımız kişinin, yani bizzat kendimizin olabileceğini açıktan belli ediyor. Her bir öykünün kurgusunda kapitalizmin, militarizmin, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, baskının düğümünden çıkıyor yola. Öğünç, bugün kendi yaşamlarımızı düşünmeye kalkıştığımızda üzerinde hüküm sürdüğünü reddedemeyeceğimiz her türlü toplumsal aksaklığı anlatıyor bir bir.
Kendi maaşıyla satın alamayacağı kıyafetleri satan görevliler, sevdiği adamın kendisini neden reddettiğini anlayamayan sevdalı kadınlar, kendi içine kaçıp saklanmak isteyen yorgunlar, görüştüğü çocuk saçının rengini merak edince ne yapacağını şaşıran başörtülü kızlar, en yakın arkadaşının Kürt olduğunu anladığında sinirlenen genç adamlar ve yerin dibindeki dairesinde tüm apartmanın yükünü sırtlanmaktan bıkıp isyan eden kapıcılar... "Aksi Gibi"nin 19 öykülük yaşantı çeşitlemesi, birimize mutlaka bir yerden isabet ediyor. Bir başka ihtimalle de inatla göz yummayı tercih ettiğimiz köşelere projeksiyon doğrultarak olan bitenle yüzleşmemizi sağlıyor. Pınar Öğünç, "Hayat nasıl gidiyor?" diye sorduğunuzda ‘iyi’ dese de ardınızdan birkaç dakika derin derin düşünen tüm insanların tek tek kapısını çalıyor.

“Bir ben değilmişim”

Mutlu bir son arayanlar için burada iyi bir hikaye yok. Bunun da Pınar Öğünç’ün kötümserliğiyle ilgisi yok. Öğünç de "Kabul edelim bu aralar pek mutlu sona fırsat yok," diyor. Zaten hiçbir hikâyeyi de sona erdirmeye uğraşmıyor, bırakıyor kendi akışına. Hayatın öngörülemezliğini ve o kendiliğindenliğini düstur ediniyor.

2015’in ilk kitaplarından biri "Aksi Gibi". Geride bıraktığımız korkunç yılla beraber bir kat daha derinleşen, belki yüzleşmeyi başaramadığımız ya da varlıklarını sorgusuzca kabullendiğimiz yaralarımızın birer aynası. Yine da yalnız olmadığımızın senfonisini çalıyor Pınar Öğünç. Okudukça incecik bir serinlik iniyor göğüsten aşağıya, “Bir ben değilmişim,” dedirtiyor. Belki de yaralarımızdan birbirimize kaynadığımızı anlatmaya çalışıyor, kim bilir.

Ocak, 2015, Milliyet Kitap

No comments:

Post a Comment