Aksi Gibi
Semizotu salatasının içine düşen sinek, seninkilerin bildiği Şermin, soğuk ama girince alışılan deniz, her yerde kesilince çabuk gelen elektrik, TOKİ’den evler, son otobüsler, migreni tutanlar, zona olanlar... Köprüsü görünmeyen trafik, nar ekşisi, dut kurusu... Falan filan ve filankes işte.
Pınar Öğünç, hayatın mânâsızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini... Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri... Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini... Teferruatları, boşlukları, saçma hararetleri, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı. Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri... Türkçe edebiyata yeni bir parantez... “Bir derdimiz mi vardı?”
Sunday, May 28, 2017
Pınar Öğünç’le ‘Aksi Gibi’ Üzerine
Friday, March 27, 2015
İçimdeki kayıt cihazının şalteri gibi
Radikal'deki okurun zihnini açan yazılarıyla tanıdığımız gazeteci Pınar Öğünç’le ‘Aksi Gibi’ isimli ilk öykü kitabını konuştuk.
NİHAN BORA
Ödevini yapmış yazar, Armağan Ekici
"Ödevini yapmış yazar" Pınar Öğünç'ün Aksi Gibi kitabı üzerine bir yazı #ianedebiyat ekinde. #istanbulartnews pic.twitter.com/Dop6NhUTIo
— IstanbulArtNews (@IstanbulArtNews) March 17, 2015
Ruhumuza çöken tortular
NAZAN MAKSUDYAN
Hakiki karakterler
"Okuru bir hayat bilgisiyle bırakan yazarlar güzeldir"
Pınar Öğünç, gazeteciliğiyle tanınan iyi bir yazar. Yakınlarda “Aksi Gibi” isimli, İletişim Yayınlarından bir öykü kitabı çıktı. Böylelikle Öğünç’ün iyi bir edebiyatçı olduğunu da keşfetmiş olduk. İnsani durumları, önemsiz gibi görünen detayları, şehir manzaralarını, “nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri”, tuhaf karşılaşmaları anlatan yeni ve dinamik hikâyeleri var Öğünç’ün. Görünen o ki, tarzı ve edebi tutumu, hem beğeni topluyor hem de bu ilgi giderek kemikleşecek bir okur kitlesi yaratacak gibi görünüyor. Öğünç’le kitabını, edebi ilgilerini, yazarlık yaklaşımını ve meselelerini konuştuk.
İSMET AYAZLI
Ben yazmayı zanaat olarak almaktan yanayım. Öyle büyük harfli, büyük tonlamalı edebiyattan da gazetecilikten de hazzetmem. İkisini besleyen kaynakların da çok benzer olduğuna inanırım. Benzer bir merak ve anlama arzusu. Gazetecilikle edebiyat, hakikaten birbirlerini de büyütürler de. Ama gönül bağı kurulacaksa önce dünyanın dört bir tarafında, içinde sadece edebiyat hayaliyle gazetecilik yapanlarla kurarım mesela. O arada bir yerde sıkışanlarla. Adını hiç bilmediklerimizle. Hiç bir kitabı olsun diye diretmemiş, belki bunu istemiş ama mecali yetmemiş olanlarla. Yazarak geçinme labirentine bir girdiğinizde bu zanaatla belli seçenekleriniz var hayatta, gazetecilik bunlardan biri ama edebiyat değil. Üstelik diyelim bir banka memurunun, bir doktorun mesaisinden geriye kalan zamanda yazmasına da benzemeyen bir yanı var edebiyat hayaliyle gazetecilik yapmanın. Hurufatla ilişkinizi yormayı göze alıyorsunuz demek.
Bilmiyorum Aksi Gibi’de öfkelerini saklayanlar mı çoğunlukta, artık saklamaktan vazgeçenler mi? Bazı fizik yasaları toplumların tabiatına da uyuyor. Bastırılan, yükselerek fırlıyor sudan. Bir gün bir grup kadın taciz eden erkeğe “yeter” diyor. Başka bir hikâyede apartmanın “en alt katındakinin” mektubu kapıların altından sessizce itilebiliyor. Öfke bir marka değil birbirinin aynı olsun, meyve değil tatları birbirine benzesin. Muhtelif çeşidi, kaynağı, rengi var. Ama benim açımdan şu kesin… Her tür eşitsizlikten mülhem öfke, bu öfkenin saklama kapları, patlama anları ilgimi çekiyor, gözümü o taraftan alamıyorum.
Tuhaf Zamanlarda Laf Kıymeti Olmayanlar
BEHÇET ÇELİK
“İçten içe olan her şeyden korkuyorum. İçten içe gerinen fay hatlarından, sessizce köpürmeyi bekleyen yanardağlardan, gizli yerlerinden çatlayan duvarlardan, belli etmeden çürüyen asırlık kavaklardan, aslında ne zamandır bitmekte olan ilişkilerden ve bunların hiçbirini zamanında göremiyor olmaktan korkuyorum.”