Semizotu salatasının içine düşen sinek, seninkilerin bildiği Şermin, soğuk ama girince alışılan deniz, her yerde kesilince çabuk gelen elektrik, TOKİ’den evler, son otobüsler, migreni tutanlar, zona olanlar... Köprüsü görünmeyen trafik, nar ekşisi, dut kurusu... Falan filan ve filankes işte.
Pınar Öğünç, hayatın mânâsızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini... Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri... Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini... Teferruatları, boşlukları, saçma hararetleri, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı. Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri... Türkçe edebiyata yeni bir parantez... “Bir derdimiz mi vardı?”
Friday, January 30, 2015
"Yaklaşalım, sakince bakalım gibi bir arzu"
Wednesday, January 28, 2015
Sıradan insanların sıradan hayatları
Pınar Öğünç Aksi Gibi’de günlük yaşamın hayhuyu içinde derbeder olmuş fukaraları, amcaları, teyzeleri, tezgâhtarları, işadamlarını, gençleri, ihtiyarları; sizi, beni, bizi anlatmayı olağanüstü bir yalınlıkla başarıyor.
ÇAĞLAYAN ÇEVİK
Edebiyat tarihimizin, en önemli ve en çok tartışılan manifestolarından birisiydi Garip önsözü. Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet imzalı yazı boyunca Garip üçlüsü kendi şiir anlayışlarını ve peşine düştükleri yalınlığı uzun uzun izah ettikten sonra, eskiye ait olan her şeye savaş açtıklarını dile getirip son cümlelerinde patlatıyorlardı bombalarını: “Halbuki eskiye ait olan her şeyin, her şeyden evvel de şairanenin aleyhinde bulunmak lazımdır.”Monday, January 26, 2015
Okuma notları: Aksi Gibi, Pınar Öğünç
HİKMET HÜKÜMENOĞLU
Thursday, January 22, 2015
Türkiye’nin de ‘aksi’ gibi!
Gazeteci Pınar Öğünç, kısa öykülerden oluşan kitabı ‘Aksi Gibi’yi yayımladı. Öğünç’ün öyküleri ağırlıklı olarak Türkiye’nin son döneminde debelenip duran karakterleriyle memleketin bir yansıması gibi.
ŞENAY AYDEMİR
Bilen bilir. Bir meramı kısa yoldan anlatmak, uzun uzun anlatmaktan daha zordur. Anlamı en geniş olan kelimeyi seçmek zorundasınızdır. Bir paragrafta anlatılabilecek olayı, etkili bir cümle ile okura sunmak gerekir. Hele hele bu bir edebi metinse, değeri içeri aldığı kelimelerden çok, dışarıda bıraktıklarıyla ölçülür.
Yıllardır kendisine has bir dille kaleme aldığı haberlerini yakından takip ettiğimiz gazeteci Pınar Öğünç, daha önce çıkardığı ‘mesleki’ kitaplarının arasına bu kez ‘edebi’ bir yapıt da ekledi. İletişim Yayınlarından geçen hafta çıkan ‘Aksi Gibi’, Öğünç’ün on dokuz kısa öyküsünden oluşuyor. Öğünç, kimi zaman öyküdeki karaktere dışarıdan bakıyor ve gözlemlerini anlatıyor bizlere, kimi zaman karakterin bizzat kendisi olmamızı; onun gözüyle görmemizi, onun ağzıyla konuşmamızı, onun ayaklarıyla yürümemizi istiyor.
‘Aksi Gibi’ arka kapaktaki kısa metinde de belirtildiği gibi “… beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin” hikayelerini barındırıyor içerisinde ama daha fazlası da var. Kırk derece sıcağın altında bir otoban kenarında ‘organik’ gıdalar satarak hayatını kazanan ‘eski turizmci’ Ali’nin ‘Şermin’e olan imkansız aşkının; annelerine benzememek için küçük kasabalarına bir daha dönmeyen kadınların kaçınılmaz bir biçimde onlara benzemeye başlamalarının; köpek gezdirenlerle beyaz yakalıların bir biranın efkarında buluşmasının; başörtülü sevgilisinin saçının bir telini görmek için yanıp tutuşan muhafazakâr gencin; tezgahtar kızların; sabah sporunu altın gününe çeviren mahalleli kadınların; ‘yokmuş gibi’ sevgililerin; emekli teyzelerin sırayla söz aldığı bir kitap ‘Aksi Gibi’.
5 N 1 K’NİN İÇİNE SIĞMAYANLAR
Memleketin son on yılından özenle bulunup çıkartılmış ve muhtemelen çoğu, tanık olunan bir anın ardında nasıl bir hikaye yattığına dair merakın peşine takılıp yazılmış öyküler sanki bunlar. Hani sıkışan köprü trafiğinde metrobüsün camından yandaki arabanın içinde makyajını tazeleyip, dişinin arasındaki maydanozu almaya çalışan bir kadını görür, on saniye bakar ve sonra cep telefonunuza dönersiniz ya. Ya da arka koltukta oturan yaşlı teyzelerin evlatlarını çekiştirdiği muhabbete ilgiyle kulak kabartıp sonra Zincirlikuyu’da inip koşarak metroya giderken unutup gidersiniz. Pınar Öğünç öyle yapmamış işte. Arabada makyajını tazeleyen kadının, arkada çocuklarını çekiştiren teyzelerin nasıl bir hayatı olabileceğine kafa yormuş kendince. Yalnızca trafikte makyaj yapmanın, arka koltukta evlat çekiştirmenin değil; bunlar dışındaki hayatlarının da ilgi çekici olabileceğini, başkalarına anlatılabileceğini düşünmüş.
"Mutlu Sona Fırsat Yok"
Gazeteci Pınar Öğünç, "Aksi Gibi"de Türkiye’nin ve 21. YY.'ın gerçeklerini, yazdığı 19 ayrı hikayede bir araya getiriyor.
Gazeteci Pınar Öğünç, "Aksi Gibi"de Türkiye’nin ve 21. YY.'ın gerçeklerini, yazdığı 19 ayrı hikayede bir araya getiriyor.
Gazeteci Pınar Öğünç, "Aksi Gibi"de Türkiye’nin ve 21. YY.'ın gerçeklerini, yazdığı 19 ayrı hikayede bir araya getiriyor.
Gazeteci Pınar Öğünç, "Aksi Gibi"de Türkiye’nin ve 21. YY.'ın gerçeklerini, yazdığı 19 ayrı hikayede bir araya getiriyor.
Gazeteci Pınar Öğünç, "Aksi Gibi"de Türkiye’nin ve 21. YY.'ın gerçeklerini, yazdığı 19 ayrı hikayede bir araya getiriyor.
E. NİDA DİNÇTÜRK
Yazdığı köşe yazıları ve yaptığı söyleşilerle tanınan Pınar Öğünç’ten beklenen hamle geldi: Bir öykü kitabı. İsmi de "Aksi Gibi". Kitap, hayatı gerçeğinden ayırmadan ele alan bir dizi kurmaca. Öğünç öykülerinde gözlerimizi, bakmayı akıl edemediğimiz yerlere çekmeyi başarıyor.Gerçeğin giderek daha çok kıymete bindiği, bilginin değerlendiği şu günlerde olanı biteni olduğu gibi göz önüne seren herkes, bizim için birer kahraman. Pınar Öğünç de köşesinde masal anlatmak yerine her şeyi gördüğü, duyduğu haliyle aktarmayı tercih eden sayılı gazetecilerden.
Gerçekçilik tutkusu
Pınar Öğünç, daha önce inceleme ve araştırma kitapları yayımlamıştı. Hatta son kitabı "Asker Doğmayanlar" oldukça dikkat çekiciydi. Öğünç, 14 vicdani retçiyle yaptığı röportajları bir araya getirmiş, zorunlu askerliğin kararttığı hayatları anlatmıştı. Gazetedeki kaleminin ucunu, iş edebiyata geldi diye hiç yumuşatma gereği duymayan Öğünç, edebiyattaki üslubunun da gerçeklik tutkusundan geçtiğini bu kitapta kanıtlıyor.
"Aksi Gibi", toplumun çeşitli kesimlerinden, birbirinden farklı ama aynı kaygıları olan onlarca insanın reddedemediği hayat formlarını, sancılarını, bulunduğu halle paralel gitmeyen duygu durumlarını irdeliyor. Bunu yaparken öyküsüne şahit olduğumuz her bir karakterin sokakta omzuna çarpabileceğimiz, otobüse bindiğimizde ortaya ilerlemesini isteyeceğimiz, öğlen yemeğinde bir mercimek çorbası sipariş edeceğimiz insanlar ya da sabah uyandığımızda yüzünü yıkadığımız kişinin, yani bizzat kendimizin olabileceğini açıktan belli ediyor. Her bir öykünün kurgusunda kapitalizmin, militarizmin, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, baskının düğümünden çıkıyor yola. Öğünç, bugün kendi yaşamlarımızı düşünmeye kalkıştığımızda üzerinde hüküm sürdüğünü reddedemeyeceğimiz her türlü toplumsal aksaklığı anlatıyor bir bir.
Sunday, January 18, 2015
'Berbat bir gezegende yaşıyoruz, birbirimize iyi gelmemiz lazım'
Daha çok gazeteci kimliğiyle tanınıyor, oysa o kendini bildi bileli bir hikâye yazarıydı. Pınar Öğünç, nihayet demlenmeye bıraktığı hikâyelerini kitaplaştırdı. İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Aksi Gibi’de Öğünç, ev içlerinden, ara sokaklardan, otoban kenarından, minibüs kuyruklarından, ıssız plajlardan sesleniyor. İçimizde ‘tatlı bir boşluk’ açılıyor.
- Zevkle abartacağım, kısa hikâye hakikaten çok lazım bir maddenin atomu gibi geliyor bana. Neyin hikâye olduğunu ayıklayamayan, havada uçuşan hikâyeleri göremeyen birinin herhangi yaratıcı bir işi iyi yapması mümkün değil bence. İlla üreten tarafta olmak da gerekmiyor. Bu bir tür his, bir bakma biçimi. Bilerek ya da bilmeden buna sahip olanlar hayatta daha iyi dost olurlar, daha güzel severler, kendilerinden daha az sıkılırlar.
- Çok erken yazmaya başladığım için bu cümleleri o zaman kuramazdım tabii ki, hangimiz birbirimizi bulduk bilmiyorum o yüzden.
- Tümünü birden tarif etmek zor. İyi bir hikayeyi bitirince hemen bir sonrakine geçemezsiniz, gözü kitaptan kaldırıp boşluğa baktığımız bir an olur, içimizde tatlı bir boşluk açılır. Hayata dair küçücük bir saçmalık, belki çok lüzumsuz bir bilinmezlik çözülmüş gibi gelir. Bir işe yarar. Böyle bir hisle, okuyanda böyle bir his bırakması dileğiyle yazdığım hikâyeler bunlar. Neticede berbat bir gezegende yaşıyoruz, birbirimize iyi gelmemiz lazım.
Yazarken bir ritüelin var mı?
- Trende ters istikamette saatlerce okuyabilir, hareket halindeki şehirler arası otobüste yazı yazabilirim. Bilakis kalabalık, gürültü severim. Ritüel olayı bana ters.
- “Onlar kendilerini bana fazla gösteriyor” diyeyim. Eşyanın ömrü, nesneler üzerinden biz canlıların kesişmeleri acayip geliyor bana. Genel olarak hayatın teferruatı, bu teferruatın gücü ilgimi çekiyor. Çok az insan bununla ilgili. Halbuki her şey teferruatta.