Gazeteci Pınar Öğünç, kısa öykülerden oluşan kitabı ‘Aksi Gibi’yi yayımladı. Öğünç’ün öyküleri ağırlıklı olarak Türkiye’nin son döneminde debelenip duran karakterleriyle memleketin bir yansıması gibi.
ŞENAY AYDEMİR
Bilen bilir. Bir meramı kısa yoldan anlatmak, uzun uzun anlatmaktan daha zordur. Anlamı en geniş olan kelimeyi seçmek zorundasınızdır. Bir paragrafta anlatılabilecek olayı, etkili bir cümle ile okura sunmak gerekir. Hele hele bu bir edebi metinse, değeri içeri aldığı kelimelerden çok, dışarıda bıraktıklarıyla ölçülür.
Yıllardır kendisine has bir dille kaleme aldığı haberlerini yakından takip ettiğimiz gazeteci Pınar Öğünç, daha önce çıkardığı ‘mesleki’ kitaplarının arasına bu kez ‘edebi’ bir yapıt da ekledi. İletişim Yayınlarından geçen hafta çıkan ‘Aksi Gibi’, Öğünç’ün on dokuz kısa öyküsünden oluşuyor. Öğünç, kimi zaman öyküdeki karaktere dışarıdan bakıyor ve gözlemlerini anlatıyor bizlere, kimi zaman karakterin bizzat kendisi olmamızı; onun gözüyle görmemizi, onun ağzıyla konuşmamızı, onun ayaklarıyla yürümemizi istiyor.
‘Aksi Gibi’ arka kapaktaki kısa metinde de belirtildiği gibi “… beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin” hikayelerini barındırıyor içerisinde ama daha fazlası da var. Kırk derece sıcağın altında bir otoban kenarında ‘organik’ gıdalar satarak hayatını kazanan ‘eski turizmci’ Ali’nin ‘Şermin’e olan imkansız aşkının; annelerine benzememek için küçük kasabalarına bir daha dönmeyen kadınların kaçınılmaz bir biçimde onlara benzemeye başlamalarının; köpek gezdirenlerle beyaz yakalıların bir biranın efkarında buluşmasının; başörtülü sevgilisinin saçının bir telini görmek için yanıp tutuşan muhafazakâr gencin; tezgahtar kızların; sabah sporunu altın gününe çeviren mahalleli kadınların; ‘yokmuş gibi’ sevgililerin; emekli teyzelerin sırayla söz aldığı bir kitap ‘Aksi Gibi’.
5 N 1 K’NİN İÇİNE SIĞMAYANLAR
Memleketin son on yılından özenle bulunup çıkartılmış ve muhtemelen çoğu, tanık olunan bir anın ardında nasıl bir hikaye yattığına dair merakın peşine takılıp yazılmış öyküler sanki bunlar. Hani sıkışan köprü trafiğinde metrobüsün camından yandaki arabanın içinde makyajını tazeleyip, dişinin arasındaki maydanozu almaya çalışan bir kadını görür, on saniye bakar ve sonra cep telefonunuza dönersiniz ya. Ya da arka koltukta oturan yaşlı teyzelerin evlatlarını çekiştirdiği muhabbete ilgiyle kulak kabartıp sonra Zincirlikuyu’da inip koşarak metroya giderken unutup gidersiniz. Pınar Öğünç öyle yapmamış işte. Arabada makyajını tazeleyen kadının, arkada çocuklarını çekiştiren teyzelerin nasıl bir hayatı olabileceğine kafa yormuş kendince. Yalnızca trafikte makyaj yapmanın, arka koltukta evlat çekiştirmenin değil; bunlar dışındaki hayatlarının da ilgi çekici olabileceğini, başkalarına anlatılabileceğini düşünmüş.
Ama sadece insanlar değil, aynı zamanda ev eşyaları, kapılar, televizyon kumandaları da hikayelerin kahramanlarına dönüşmüş. Patlayan apandisler, firar eden gözler birer kimliğe bürünüp kendi başına anlam kazanmış. Bir göz beyinden bağımsızlaşsa neler görür mesela, evdeki eşyaların kendilerine göre bir yasası ve hayatı var mıdır? Evet, bu absürt sorular, gerçek üstü birer fantezi olmaktan çıkıp ayakları yere basan ve tuhaf biçimde ‘eşyayı’ hareketlendirip, insanı hareketsiz kılan öykülere dönüşüyor.
Pınar Öğünç, bunca yıldır tanık olup da ‘haber değeri’ taşımayan hikayeleri bir kenara atmayı içine yedirememiş sanki. Onların haber değeri olmamasının, bir değeri olmadığı anlamına gelmediğini hissetmiş de, başka bir biçimde anlatırsa yepyeni anlamlar kazanacağını düşünmüş gibi. ‘5 N 1 K’nin içine sığmayanlar; altı karakterden çok daha fazlasını hak edenler için yeni bir dil, bir anlatım biçimi aramaya koyulmuş. Mesleki ortaklıktan olsa gerek Eduardo Galeano’nun kısa öyküleriyle de uzaktan akraba sayılabilir ‘Aksi Gibi’. Ama aradaki çok belirgin farkın altını çizmek gerek. Galeano, durumların yarattığı ironi üzerinden kurar hep hikayelerini; Pınar Öğünç bambaşka bir yol bulmuş kendine. O çelişkili durumlardaki insanların hikayelerinin peşine düşmüş. Çelişki final değil de, bir başlangıç gibi daha çok. ‘O an’a bağlanan öyküler yerine ‘o an’dan başlayan öyküler var daha çok ‘Aksi Gibi’de.
Ama yine de kimi zaman yarım bir heyecan kalıyor bazı öykülerin ardından. Sayfayı çevirdiğimizde hikayenin ‘pat’ diye bitmesini değil, yeni bir kapı aralanmasını, daha biraz önce hayatına dahil olduğumuz kişinin neler yapabileceğini görmek istiyoruz. Öyle bir an kalıp hikayeyi tamamlamak gerekiyor, sonra “Zaten tamamlanmamış öyküler bunlar, tıpkı karakterleri gibi yarım” diye düşünüp bir sonraki öyküye geçiyoruz.‘Aksi Gibi’, bir tür ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ dökümü. Sıradan insanların, sıradan özlemlerinin, beklentilerinin, kaygılarının, kibirlerinin, yabancılaşmışlıklarının sade bir anlatımı. Yaşayıp giderken bir an için görüp yanından geçtiğimiz anların, edebiyatın aynasında derinlik ve anlam kazanan akisleri adeta!
No comments:
Post a Comment