Semizotu salatasının içine düşen sinek, seninkilerin bildiği Şermin, soğuk ama girince alışılan deniz, her yerde kesilince çabuk gelen elektrik, TOKİ’den evler, son otobüsler, migreni tutanlar, zona olanlar... Köprüsü görünmeyen trafik, nar ekşisi, dut kurusu... Falan filan ve filankes işte.
Pınar Öğünç, hayatın mânâsızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini... Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri... Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini... Teferruatları, boşlukları, saçma hararetleri, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı. Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri... Türkçe edebiyata yeni bir parantez... “Bir derdimiz mi vardı?”
Friday, March 27, 2015
İçimdeki kayıt cihazının şalteri gibi
Radikal'deki okurun zihnini açan yazılarıyla tanıdığımız gazeteci Pınar Öğünç’le ‘Aksi Gibi’ isimli ilk öykü kitabını konuştuk.
NİHAN BORA
Ödevini yapmış yazar, Armağan Ekici
"Ödevini yapmış yazar" Pınar Öğünç'ün Aksi Gibi kitabı üzerine bir yazı #ianedebiyat ekinde. #istanbulartnews pic.twitter.com/Dop6NhUTIo
— IstanbulArtNews (@IstanbulArtNews) March 17, 2015
Ruhumuza çöken tortular
NAZAN MAKSUDYAN
Hakiki karakterler
"Okuru bir hayat bilgisiyle bırakan yazarlar güzeldir"
Pınar Öğünç, gazeteciliğiyle tanınan iyi bir yazar. Yakınlarda “Aksi Gibi” isimli, İletişim Yayınlarından bir öykü kitabı çıktı. Böylelikle Öğünç’ün iyi bir edebiyatçı olduğunu da keşfetmiş olduk. İnsani durumları, önemsiz gibi görünen detayları, şehir manzaralarını, “nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri”, tuhaf karşılaşmaları anlatan yeni ve dinamik hikâyeleri var Öğünç’ün. Görünen o ki, tarzı ve edebi tutumu, hem beğeni topluyor hem de bu ilgi giderek kemikleşecek bir okur kitlesi yaratacak gibi görünüyor. Öğünç’le kitabını, edebi ilgilerini, yazarlık yaklaşımını ve meselelerini konuştuk.
İSMET AYAZLI
Ben yazmayı zanaat olarak almaktan yanayım. Öyle büyük harfli, büyük tonlamalı edebiyattan da gazetecilikten de hazzetmem. İkisini besleyen kaynakların da çok benzer olduğuna inanırım. Benzer bir merak ve anlama arzusu. Gazetecilikle edebiyat, hakikaten birbirlerini de büyütürler de. Ama gönül bağı kurulacaksa önce dünyanın dört bir tarafında, içinde sadece edebiyat hayaliyle gazetecilik yapanlarla kurarım mesela. O arada bir yerde sıkışanlarla. Adını hiç bilmediklerimizle. Hiç bir kitabı olsun diye diretmemiş, belki bunu istemiş ama mecali yetmemiş olanlarla. Yazarak geçinme labirentine bir girdiğinizde bu zanaatla belli seçenekleriniz var hayatta, gazetecilik bunlardan biri ama edebiyat değil. Üstelik diyelim bir banka memurunun, bir doktorun mesaisinden geriye kalan zamanda yazmasına da benzemeyen bir yanı var edebiyat hayaliyle gazetecilik yapmanın. Hurufatla ilişkinizi yormayı göze alıyorsunuz demek.
Bilmiyorum Aksi Gibi’de öfkelerini saklayanlar mı çoğunlukta, artık saklamaktan vazgeçenler mi? Bazı fizik yasaları toplumların tabiatına da uyuyor. Bastırılan, yükselerek fırlıyor sudan. Bir gün bir grup kadın taciz eden erkeğe “yeter” diyor. Başka bir hikâyede apartmanın “en alt katındakinin” mektubu kapıların altından sessizce itilebiliyor. Öfke bir marka değil birbirinin aynı olsun, meyve değil tatları birbirine benzesin. Muhtelif çeşidi, kaynağı, rengi var. Ama benim açımdan şu kesin… Her tür eşitsizlikten mülhem öfke, bu öfkenin saklama kapları, patlama anları ilgimi çekiyor, gözümü o taraftan alamıyorum.
Tuhaf Zamanlarda Laf Kıymeti Olmayanlar
BEHÇET ÇELİK
“İçten içe olan her şeyden korkuyorum. İçten içe gerinen fay hatlarından, sessizce köpürmeyi bekleyen yanardağlardan, gizli yerlerinden çatlayan duvarlardan, belli etmeden çürüyen asırlık kavaklardan, aslında ne zamandır bitmekte olan ilişkilerden ve bunların hiçbirini zamanında göremiyor olmaktan korkuyorum.”
arigato: Aksi Gibi, Pınar Öğünç
pınar öğünç'ün "aksi gibi"sini bu yüzden bekletiyordum, aslında tam olarak iradi bir bekletme sayılmazdı bu, yani okumadan bekletme konusunda pek iradeli değilimdir (keşke birkaç çift daha gözüm olaydı), kadıköy'de kitap geçen hafta boyunca tükenmişti, kitabın elinde olduğunu bildiğim arkadaşım da gene pis okurdu ve onun karalanmış, her yanına notlar alınmış nüshasının dikkatimi dağıtmasına, obsesyonlarımı azdırmasına ve daha birçok şeyler yapmasına izin veremezdim. zaten istesem de bu ara kitabı ödünç vermeyeceğini biliyordum. (sürekli hikâyelerden bir şeyler anlatıp duruyor, canımı sıkıyordu,, "bir dur biz de okuyalım arkadaşım" demiyordum, sırf heyecanını kırmamak için.) tüm bu faktörler olmasa o kitabı tuvalete gittiği bir an çantasından hacamatlamayı ben de bilirdim yoksa.
bu gibi nedenlerle efendice beklemedeydim. ta ki aynı arkadaş -dün bir kitaba ihtiyacı vardı- beni kadıköyün gene güzide bir kitapçısına sokana kadar. "tamam, ben de bir aksi gibi patlatırım o zaman kendime," deyip takıldım peşine ama içimden de kitabı bulamamayı diliyordum; sırada söz verdiklerim vardı, ah şu maymun iştahlık! neyse, kitabı aldım neticede, sonra dolmuşa yollandım, ay açmıyim diyorum 10 dakikalık yolda heba olmasın bu başlangıç, hem eve gidip ortalığı toparlar, kedilerin pokunu temizler, alternatif mama uydurup seslerini keser, biraz oynayıp enerjilerini alır, şöyle bir banyo yapar, temiz ev kıyafeti giyer, bir kahve koyup tiril tiril okurum diyorum ama dayanamayıp kitabı açtım, dolmuş kalkana kadar arka kapağı, yazarın özgeçmişini, hazırlayanları, hikaye başlıklarını falan okudum vakit geçsin de başlamayayım diye. ama dolmuşun kalkışı gecikince (bostancı yolunun berbat dolmuşları), "I love you Şermin"i istemeye istemeye bitirmiş bulundum ama hani dikkatimi de tam vermedim ki, eve gidip sonsuz detaydaki işleri halledince pür dikkat, pür haz baştan alırım diye.
neyse, rutin işleri hallettim, kahve içip ortalığı dumana boğmadan yatağa girdim, zaten kitabı eve gidince yatağın başındaki küçük ikinci el komodinin üstüne koymuştum, evdeki şeylerle uğraşırken de karamazovlara mı devam etsem, aksi gibi'ye mi yönelsem onu hesap edip durdum. hem ertesi günü çeviri mesaisi bitince şöyle birkaç temiz saat versem kendime, uykuyla da bölünmez diyorum, beklet pınar'ı diyorum, pis okurluğunla kirletme, çek ellerini! zaten bu tatlı incelikteki kitapları bir şeylerle bölmek adetim değildir, falan filan. böyle böyle, elim kararsızca kırmızı kalın cilde gitti, sonra yatak için bileklerime ağır gelen kitabı dosto'dan af dileyerek kenara bıraktım ve aksi gibi'ye başladım, napayım. uzunca zamandır, gözümden uyku aktığı halde bırakamadım kitabı. o yorgunlukla "I love you Şermin"in sonunda, "seninkilere mi haber versek?" diyor ya Ali, fena oldum, şermin'ler vurulunca, hakkımızı kim savunacak, bütün mesele bu gibi geldi. dostoyevski'nin meftun olduğum büyük metatarihsel soruları uzaktan belli belirsiz görünen bir kıyı gibi kalmıştı. dönüp şöyle bir baktım, geri dönme sözüyle el salladım ve sayfayı çevirdim. "Sağ Göz," ne diyeyim, tüm absürtlüğünün yanında böyle bir narinlik; sevilenlere, anılara, geçip gittiğin yerlere az uzaktan, az değişik bir açıdan bakmak, nasıl da yapraklar gibi inceciğiz.
"Hayvan Kaynakları," "Paket Lastiği," "Bülent Ersoy Taklidi," "Nadide'yle Muhterem," "Salacak'ta Titanik," "900 Saniye," "Soğuk ama Girince Alışıyor İnsan," Vücut A.Ş.," "Kalıcı Makyaj," "Sevgi Sitesi" çok şey düşündüren, su gibi akan güzel hikayeler.
Aksi Gibi üzerine
DENİZ DEHRİ
Saturday, February 28, 2015
Pınar Öğünç'ün Öykülerini Anlama Rehberi
EZGİ BİLGİN
Ömre bedel an gibi...
Ayrıntılar ve an. Sanırım zamanımızın iki gizemli olgusu. Hayatın belki de şifrelerini barındıran bu kavramlara ne kadar uzak, ne kadar yakınız ya da bunların ne kadar farkındayız? Gazeteciliğinden tanıdığımız Pınar Öğünç’ün Aksi Gibi’deki öyküleri tam da bu temel zemin üzerine kurulmuş. Yazarla ilk öykü kitabını konuştuk.
Ayrıntılar ve an. Sanırım zamanımızın iki gizemli olgusu. Hayatın belki de şifrelerini barındıran bu kavramlara ne kadar uzak, ne kadar yakınız ya da bunların ne kadar farkındayız? Gazeteciliğinden tanıdığımız Pınar Öğünç’ün Aksi Gibi’deki öyküleri tam da bu temel zemin üzerine kurulmuş. Yazarla ilk öykü kitabını konuştuk.
YUSUF ÇOPUR
Saturday, February 21, 2015
Yeni gerçekliğin eleştirel dili
ÖMER ERDEM
Ne var ki bu fark ve ayrışmanın birleşen noktalarını görmek de mümkün. Gerçeğin daha doğrusu hayatın yalın halinin kurguyla işlenebilmesi diyorum ben ona. Genç ve yeni öykücüler, şairler de dahil buna, geçmişin gerçeklik algısının dışında, yepyeni bir gerçeklik algısı üretmiş ya da devralmış gözüküyorlar. Özgürler her şeyden önce. Görselliğin ve görsel eserlere kolay ulaşmanın payı da olmalı bunda. Bir de kentli olmak var. Kent, karmaşık hatta kaotik bile olsa sonuçta bir kurguyla çıkıyor genç şair-yazarın karşısına. Dünün gerçeklik algısı soyut ve ideolojik refleksler içeriyordu. Bugünün gerçekliği ise yaşama arzusu ve gerçekliğin çiçeklenişiyle dolu.
Hayatlar benzeşse bile
Pınar Öğünç, başka başka katmanlara yayılsa bile bu yeni gerçekliğin kurgusunu çözmüş ve kendisine çizdiği algı ikliminde konuşmanın cesaretine kavuşan öykücülerden. Söylemek istediğini nerede sezdireceğini, nerede açığa çıkaracağını, nerede durup nerede ilerlerse hayatın tam içinde kalacağını biliyor izlenimini veriyor güçlüce Aksi Gibi kitabında. “I love you Şermin”, sosyolojik, politik ve psikolojik katmanı birey üzerinden öykünün yaşar konusu yapabilmenin tipik bir göstergesi. “Sağ Göz” ise birkaç kez denediği fantastik ve soyutlamacı ironinin bir yansıması. “Hayvan Kaynakları!”, hayata tokatı nereden atacağını ve eleştirelliği hangi ipe bağlayacağını bilmenin karşılığı. Öykü adına, gerçekliğin dönüşümü adına kazanç ve gösterge.
"Aksi Gibi, yüzde 99’un hikâyeleri"
CAN ÖKTEMER
Wednesday, February 11, 2015
"Aksi Gibi" bir Türkiye panoraması...
Pınar Öğünç’ün öykülerinin tamamında çok yakından tanıdığımız insanlarla karşılaşıyoruz. Birbirlerine hiç benzememeleriyle bir çeşitlilik yaratan bu kahramanlar, memleketin hal-i ahvaliyle beraber düşünüldüklerinde kısa bir Türkiye panoraması sunuyor
EMRE BAYIN
1940’larda, Türkçe edebiyat bir yenilikle karşı karşıya kaldı: Garip akımı. Kısaca özetlersek, “her konunun şiirin içine girebileceğini” savunuyorlardı. Bu savlarında haklı olduklarını eserlerinde gösterdiler ve okuyucu nezdinde karşılık da buldular. Lakin kendini yenileyememenin makûs talihi onların da karşısına çıktı, derin bir “çıkmaza” girdiler. Fakat Turgut Uyar’ın dediği gibi, bu çıkmaz “güzeldi” ve İkinci Yeni şiirini doğurdu.
Türkçe öykü ise 1950’lerin başından itibaren büyük bir atılım gerçekleştirdi. Oğuz Atay’dan Yusuf Atılgan’a; Bilge Karasu’dan, Ferit Edgü’ye; Tomris Uyar’dan Leyla Erbil’e; Erdal Öz’den Onat Kutlar’a, Vüsat Bener’e, birçok önemli yazar, bir dilin öykücülüğünü dili kazıya kazıya yeniden oluşturdu. Haliyle uzun yıllar taklit edilmeleri kaçınılmazdı. Onlara öykünen, iyi niyetle yazılmış, ama teknik olarak kötü bir sürü öykü okuduk, okuyoruz.
Bu durum da, bir bakıma, Garip şiirinin içine düştüğü “çıkmaz”a benziyordu ve kendi Turgut Uyar’larını yaratacaktı. 50’lerde yetişen kuşağın birikimini reddetmeyen ve o geleneğe sahip çıkarak Türkçe öykü geleneğinin üzerine eklemlenen Murat Gülsoy, Ayfer Tunç, Ahmet Büke, Şule Gürbüz, Behçet Çelik, Aslı Erdoğan, Seray Şahiner ve Mahir Ünsal Eriş gibi yazarlar; yazdıklarıyla bu görevi üstlenmekten çekinmediler. Denebilir ki, öykümüze ikinci bir altın devreyi yaşatmaya başladılar. Geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları tarafından bu kitaplara ve yazarlara bir tanesi daha eklendi. Yeri geldiğinde Oğuz Atay’ın izlerini de süren acar gazeteciliğiyle, edebiyata meylini farklı bir mecrada olsa dahi bize her zaman hissettiren Pınar Öğünç’ün Aksi Gibi adlı öykü kitabından bahsediyorum. Elbette bu bir ilk “kitap” ve iddialı yorumlardan uzak durmak gerekiyor; ama bazen bir ilk adım, sonrasında yolun ne yöne evrileceğine dair çağrışımından ve kütlesinden daha büyük bir anlam yaratabiliyor. Bu yüzden bu “ilk adım”a, sonraki kitabı beklemeden hak ettiği anlık değeri vermenin, eleştiri sınırlarını aşan bir yönü olduğunu düşünmüyorum.
Kitap on dokuz kısa öyküden oluşuyor. Kurgulanması hayli zor olan bu “kısa” öykülerin başarısını iki nokta üzerinden görebiliriz. İlki, Öğünç’ün haber değeri taşımayan, günlük hayatın koşuşturmacasının içerisinde hiç kimsenin fark etmediği “anları” ustaca yakalaması. Ki, bir anı yakalayıp anlatmak, geniş bir zaman kesitini, iğneden ipliğe anlatmaktan daha fazla yazarlık marifeti gerektiriyor. “Evde Yokum” adlı öykü, o “anlar”dan birini barındırıyor, Öğünç’ün keskin bir öykücü dikkatine ve marifetine sahip olduğunu kanıtlıyor:
“Kapıyı aralamamla ev bütün gün kapalı camlar ardında biriktirdiği nefesini üfledi yüzüme. Çürük bir dişi varmış gibi değil de, güzel bir akşamdan kalmış gibi. Hoşuma gitti. Elimdeki çantayı bir yana, anahtarı ayakkabılığın üzerindeki vazonun içine atana kadar geçen süre biraz uzayınca apartmanın ışığı da söndü. Bir an mağaramsı bir karanlıkta buldum kendimi. Kıpırdamadığım o zifiri an hoşuma gitti.”
Sıradanın gücü, haklı olmanın burukluğu
İletişim Yayınları‘ndan çıkan “Aksi Gibi” adlı öykü kitabında Pınar Öğünç, annesine benzemekten korkanların, kendisini beklemediği bir kavganın başaktörü olarak bulanların, bir masayla aynı evde otuz beş yıl yaşamaktan ruhu çürüyenlerin dünyasına çeviriyor bakışlarını. Çoğu öykünün sonunda, ağızda haklılığın ve çaresizliğin buruk tadı kalıyor. “Aksi Gibi”, gün içinde kendini birkaç kez mutlaka hatırlatıyor.
SEMİH BÜYÜ
Pınar Öğünç’ün gazete yazılarındaki eşsiz dilini, titizliğini, başarısını bilen biri olarak öykü kitabı çıkaracağını duyduğumda başta endişelenmedim değil. Gazetecilikten roman ve öykü yazarlığına geçiş yapanların yaşattıkları hüsrana bakarsak endişemde haksız da sayılmam. Fakat yanılmışım, genelde büyük şehir cenderesine sıkışan insanların açmazlarını dile getiren “Aksi Gibi”, herkesin muhakkak kendinden bir şeyler bulacağı sağlam bir öyküler toplamı.
Aynı vapura bindiğiniz bir kadının çocuğunu sürekli azarlaması, hiçbir şeyden memnun olmayan halleri içinizde ne uyandırır? Veya kredi kartınızı burnuna doğru uzattığınız, hepi topu üç saniye göz temasında bulunduğunuz bir kasiyerin surat asıklığı karşısında ne düşünürsünüz? Ya da on saattir ayakta çalıştığından bihaber olduğunuz tezgâhtarın istekleriniz karşısındaki bezgin tavırları size ne hissettirir? Yolda birbirinin omzuna vurarak ilerleyen iki gencin hikâyesine dahil olmak ister misiniz?
Yazdığı haberler ve köşe yazılarıyla ezilenin, ötekinin, güçsüzün yanında saf tutan, diline ve duruşuna gıpta ettiğim gazeteci Pınar Öğünç bu sefer öykücü kimliğiyle karşımızda: Aksi Gibi.
Kendimizi günlük kargaşaya bırakıp yanlarından teğet geçtiğimiz, şöyle göz ucuyla dahi bakmadığımız, baksak bile merak edip üzerinde durmadığımız fakat bizzat içinde eridiğimiz kişilerin, olayların, sözlerin toplamından oluşuyor “Aksi Gibi”deki kısa öyküler.
Küçük yalanlar, ilk buluşma heyecanı, kredi kartının asgarisi, iç bunaltan aile halleri, sabah otobüsleri, üst balkondan atılan izmaritler, otoban kenarı satıcıları, mutfak dolabından fayansa süzülen leke… Hah, diyor insan öykünün bir yerinde, bu benim işte, nasıl da yakalamış! Neredeyse her bir ayrıntı farklı şeyler çağrıştırıyor.