Semizotu salatasının içine düşen sinek, seninkilerin bildiği Şermin, soğuk ama girince alışılan deniz, her yerde kesilince çabuk gelen elektrik, TOKİ’den evler, son otobüsler, migreni tutanlar, zona olanlar... Köprüsü görünmeyen trafik, nar ekşisi, dut kurusu... Falan filan ve filankes işte.
Pınar Öğünç, hayatın mânâsızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini... Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri... Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini... Teferruatları, boşlukları, saçma hararetleri, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı. Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri... Türkçe edebiyata yeni bir parantez... “Bir derdimiz mi vardı?”

Saturday, February 28, 2015

Pınar Öğünç'ün Öykülerini Anlama Rehberi



EZGİ BİLGİN


Gündelik hayatın yarattığı insan tipleri ve şehrin zorunlu kıldığı bir gündelik hayat. Pınar Öğünç’ ün Aksi Gibi’deki hikâyeleri bu denklem arasında geçiyor. Bu öykülerde; çok katlı apartmanların, ‘her şey dahil’ tatil köylerinin veya spor aletlerinin yerleştirildiği parkların önerdiği gündelik hayatı yaşayan insanlar, bu hayatın onlara biçtiği rolle imtihan ediliyor.
“Sayın D1 Blok Sakinleri” adlı hikâyedeki karakter yaşadığı çok katlı apartmanın etkisinde gelişen suni ve hiyerarşik ilişkilerle sınanır. Ama bu imtihanın ilginç tarafı; tek boyutlu, stereotip karakterlere izin veren anaakım edebiyatın aksine, sonunda karakterin içindeki demonik tarafı ortaya çıkartan bir isyan olması. Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken” hikâyesine benzer biçimde -orada da yaşamın ona verdiği zorunlu rollerle yenişemeyen karakter, insanlardan intikamını onlara tehdit mektupları yollayarak alıyordu- sonunda o da dayanamayıp yaşadığı apartmandaki komşularına tehdit mektubu yazar, içinde ne varsa döker ve şöyle bitirir: "Sayın D1 Blok sakinleri, şimdilik kapınızın altından bu metni atıyor, sizi uyarıyorum.”
Aksi Gibi gündelik hayatın mikro hikâyelerini makro alana taşıyarak politik bir dil üretebilen öyküler içeriyor. "Vücut. A.Ş" hikâyesinin beden algısına dair söyledikleri egemen sistemin kadın bedeni üzerindeki hakimiyet çabasını hatırlatıyor. En güzeli de burada Öğünç’ün ‘iç organ’ metaforundan yola çıkıp erkek egemen kodları alaya alması. "I love you Şermin" hikâyesinde, geçim sıkıntısının etnisite ve kimlik karmaşasının üzerini örttüğü anlar ise bu kavramların ciddiyeti ve birbirleriyle ilişkileri üzerinde düşünmeye yol açıyor.


Aksi Gibi’deki öyküleri anlamak için vasati yani ortalama olanı anlamak gerek çünkü burada; kazananlar, zenginler, büyük işler başarmış insanlar yok. Büyük anlatılar yok. Aksi Gibi’de ortalama insanların hikâyeleri var. Mesela, "Bülent Ersoy Taklidi" hikâyesinde başrolde jestleriyle, mimikleriyle, sesiyle aslına tıpatıp uyan taklitler yapan insanları görürüz. Aslında yetenekli olmasına yeteneklidirler ama ortalama biri olmaktan kurtulamazlar çünkü hayatta olabilecekleri daha fazla bir şey yoktur. Hepimiz bunu biliriz ancak yine de onlar taklitlere devam eder; biz de onları izlemeye devam ederiz zira hayattan anlam çıkarmanın kendimizce yollarını buluyoruzdur.   
Aksi Gibi’nin en güzel taraflarından biri, kapağı. Tam da bu öyküler vasati yani ortalama olanı anlatıyor demişken, kapakta üzerinde “vasati 40 çöp” yazan bir kibrit kutusunun olması  manidar. Ayrıca, Öğünç’ün; öykülerinin çoğunda seçtiği karakterlerini ‘iktidar’ın bakışından uzakta, en az kazananlar kadar kanlı canlı figürler olarak anlatması çok değerli çünkü edebiyat da tarih de egemen ideoloji ve taraftarlarının kahramanlık hikâyeleriyle dolu. Bu yüzden artık  bırakalım da biraz da geride kalanlar, mağluplar, ortalama olanlar konuşsun.

17.Şubat.2015, SanatAtak

No comments:

Post a Comment