Semizotu salatasının içine düşen sinek, seninkilerin bildiği Şermin, soğuk ama girince alışılan deniz, her yerde kesilince çabuk gelen elektrik, TOKİ’den evler, son otobüsler, migreni tutanlar, zona olanlar... Köprüsü görünmeyen trafik, nar ekşisi, dut kurusu... Falan filan ve filankes işte.
Pınar Öğünç, hayatın mânâsızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini... Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri... Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini... Teferruatları, boşlukları, saçma hararetleri, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı. Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri... Türkçe edebiyata yeni bir parantez... “Bir derdimiz mi vardı?”

Friday, March 27, 2015

Aksi Gibi üzerine

DENİZ DEHRİ

Belli bir yaşın (diyelim ki 40) altındaki edebiyatçılarımızın, belli bir yaşın üzerindeki edebiyatçılarımızın da olduğu gibi, çoğu erkek. Belli bir yaşın üzerindeki edebiyatçılarımızın biyolojik arkaplanları ile çok meselem yok, ama -pek çoğunu da severek okuduğum- belli bir yaşın (demiştik ki 40) altındaki erkek edebiyatçılarımızda böyle bir okurken insanı ara ara huylandıran, sanki dudağını gevelerken ağzına bir adet bıyık kılı kaçmış da onu bir türlü bulamıyormuş ama yutsa da olamıyormuş hissi uyandıran taraf var, şimdi tam açıklayamayacağım. Yer yer, dönem dönem artan bir delikanlılanma var, en afilisinde bile bir nevi kabadayılanma var, bir biz çok alkol aldık zamanında, anlıyor musun? var, bir bir keresinde pavyonların olduğu mahalleden geçmiştim, hiç aklımdan çıkmadı o bir keresi, üzerine 4 öykü bir roman yazdım var.
İşte Pınar Öğünç’ün hikâyelerini -başka bir sürü pozitif sebebin yanında-bir de bunun olmayışından dolayı keyifle, hafif hafif gülümseyerek filan okudum. Anlatıcı ne çok erkek ne çok kadın bir dil tutturduğu için ekstra keyifle okudum. İlk hikâye I love you Şermin herhalde kitabın en kuvvetli hikâyelerinden birisi, kanırtılmamış ve tadında. Son hikâye olan Sayın D1 Blok Sakinleri ise neredeyse edebiyatta bizzat kendi temsilimi bulmama yaradı, hem sinirden hem gülmekten öldüm :) Ama en uzun süre hatırlayacağım ve şimdiden birkaç kişiye tavsiye etmeyi planladığım hikâye Bülent Ersoy Taklidi oldu.  Okuduğum sesin ne kadarının kurmaca anlatıcı, ne kadarının bizzat kitabın yazarı (PÖ) olduğunu kestiremesem de, daha çok PÖ gibi okudum, atanamamış binlerce PÖ adına dayanışma duygularıyla okudum. Empatilenip sempatilendim.
Kimisi atmosfercilik diyecektir, kimisi “an yakalamak” diyecektir ama ben arada fragman gibi kalmış birkaç fazla kısa/güdük hikâyeyi çok tutmadım. Yani iki teşbih için değmez diye düşünüyorum Pınar apla. Sanki devam etsin diye başlanmış da, ilk düğümcüğe gelince paketlenip o boyuyla hikâye yapılmış gibi hikâyecikler var. Sevimliler ama sevmedim.
Toplamda hepsini keyifle okudum, herhalde Pınar Öğünç bir hikâye kitabı daha yazsa yine gidip alır, okurum. Ama iç örgüsü biraz daha katman kazanmış, buna paralel “vurucu cümle” ihtiyacı azalmış hikâyeler umut ederek alırım. Ya da öylesini bulsam daha mutlu olurum. Filan.
PS: İletişim Yayınevi tarafından basılmış ve içerisinde tashih olmayan ilk yayın olabilir miydi bu? O gözle bakmadım ama gözüme de takılmadı. Bir daha tarayacağım.
PPS: Son 10 yılda yazılmış kurmaca şeylerde giderek artan bir marka adı kullanma trendi var sanırım. Ya da bana öyle geliyor. Niye acaba? Gerçi hoşuma gidiyor öyle olması.

No comments:

Post a Comment