Semizotu salatasının içine düşen sinek, seninkilerin bildiği Şermin, soğuk ama girince alışılan deniz, her yerde kesilince çabuk gelen elektrik, TOKİ’den evler, son otobüsler, migreni tutanlar, zona olanlar... Köprüsü görünmeyen trafik, nar ekşisi, dut kurusu... Falan filan ve filankes işte.
Pınar Öğünç, hayatın mânâsızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini... Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri... Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini... Teferruatları, boşlukları, saçma hararetleri, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı. Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri... Türkçe edebiyata yeni bir parantez... “Bir derdimiz mi vardı?”
Saturday, February 28, 2015
Pınar Öğünç'ün Öykülerini Anlama Rehberi
Ömre bedel an gibi...
Ayrıntılar ve an. Sanırım zamanımızın iki gizemli olgusu. Hayatın belki de şifrelerini barındıran bu kavramlara ne kadar uzak, ne kadar yakınız ya da bunların ne kadar farkındayız? Gazeteciliğinden tanıdığımız Pınar Öğünç’ün Aksi Gibi’deki öyküleri tam da bu temel zemin üzerine kurulmuş. Yazarla ilk öykü kitabını konuştuk.
Ayrıntılar ve an. Sanırım zamanımızın iki gizemli olgusu. Hayatın belki de şifrelerini barındıran bu kavramlara ne kadar uzak, ne kadar yakınız ya da bunların ne kadar farkındayız? Gazeteciliğinden tanıdığımız Pınar Öğünç’ün Aksi Gibi’deki öyküleri tam da bu temel zemin üzerine kurulmuş. Yazarla ilk öykü kitabını konuştuk.
YUSUF ÇOPUR
Saturday, February 21, 2015
Yeni gerçekliğin eleştirel dili
ÖMER ERDEM
Ne var ki bu fark ve ayrışmanın birleşen noktalarını görmek de mümkün. Gerçeğin daha doğrusu hayatın yalın halinin kurguyla işlenebilmesi diyorum ben ona. Genç ve yeni öykücüler, şairler de dahil buna, geçmişin gerçeklik algısının dışında, yepyeni bir gerçeklik algısı üretmiş ya da devralmış gözüküyorlar. Özgürler her şeyden önce. Görselliğin ve görsel eserlere kolay ulaşmanın payı da olmalı bunda. Bir de kentli olmak var. Kent, karmaşık hatta kaotik bile olsa sonuçta bir kurguyla çıkıyor genç şair-yazarın karşısına. Dünün gerçeklik algısı soyut ve ideolojik refleksler içeriyordu. Bugünün gerçekliği ise yaşama arzusu ve gerçekliğin çiçeklenişiyle dolu.
Hayatlar benzeşse bile
Pınar Öğünç, başka başka katmanlara yayılsa bile bu yeni gerçekliğin kurgusunu çözmüş ve kendisine çizdiği algı ikliminde konuşmanın cesaretine kavuşan öykücülerden. Söylemek istediğini nerede sezdireceğini, nerede açığa çıkaracağını, nerede durup nerede ilerlerse hayatın tam içinde kalacağını biliyor izlenimini veriyor güçlüce Aksi Gibi kitabında. “I love you Şermin”, sosyolojik, politik ve psikolojik katmanı birey üzerinden öykünün yaşar konusu yapabilmenin tipik bir göstergesi. “Sağ Göz” ise birkaç kez denediği fantastik ve soyutlamacı ironinin bir yansıması. “Hayvan Kaynakları!”, hayata tokatı nereden atacağını ve eleştirelliği hangi ipe bağlayacağını bilmenin karşılığı. Öykü adına, gerçekliğin dönüşümü adına kazanç ve gösterge.
"Aksi Gibi, yüzde 99’un hikâyeleri"
CAN ÖKTEMER
Wednesday, February 11, 2015
"Aksi Gibi" bir Türkiye panoraması...
Pınar Öğünç’ün öykülerinin tamamında çok yakından tanıdığımız insanlarla karşılaşıyoruz. Birbirlerine hiç benzememeleriyle bir çeşitlilik yaratan bu kahramanlar, memleketin hal-i ahvaliyle beraber düşünüldüklerinde kısa bir Türkiye panoraması sunuyor
EMRE BAYIN
1940’larda, Türkçe edebiyat bir yenilikle karşı karşıya kaldı: Garip akımı. Kısaca özetlersek, “her konunun şiirin içine girebileceğini” savunuyorlardı. Bu savlarında haklı olduklarını eserlerinde gösterdiler ve okuyucu nezdinde karşılık da buldular. Lakin kendini yenileyememenin makûs talihi onların da karşısına çıktı, derin bir “çıkmaza” girdiler. Fakat Turgut Uyar’ın dediği gibi, bu çıkmaz “güzeldi” ve İkinci Yeni şiirini doğurdu.
Türkçe öykü ise 1950’lerin başından itibaren büyük bir atılım gerçekleştirdi. Oğuz Atay’dan Yusuf Atılgan’a; Bilge Karasu’dan, Ferit Edgü’ye; Tomris Uyar’dan Leyla Erbil’e; Erdal Öz’den Onat Kutlar’a, Vüsat Bener’e, birçok önemli yazar, bir dilin öykücülüğünü dili kazıya kazıya yeniden oluşturdu. Haliyle uzun yıllar taklit edilmeleri kaçınılmazdı. Onlara öykünen, iyi niyetle yazılmış, ama teknik olarak kötü bir sürü öykü okuduk, okuyoruz.
Bu durum da, bir bakıma, Garip şiirinin içine düştüğü “çıkmaz”a benziyordu ve kendi Turgut Uyar’larını yaratacaktı. 50’lerde yetişen kuşağın birikimini reddetmeyen ve o geleneğe sahip çıkarak Türkçe öykü geleneğinin üzerine eklemlenen Murat Gülsoy, Ayfer Tunç, Ahmet Büke, Şule Gürbüz, Behçet Çelik, Aslı Erdoğan, Seray Şahiner ve Mahir Ünsal Eriş gibi yazarlar; yazdıklarıyla bu görevi üstlenmekten çekinmediler. Denebilir ki, öykümüze ikinci bir altın devreyi yaşatmaya başladılar. Geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları tarafından bu kitaplara ve yazarlara bir tanesi daha eklendi. Yeri geldiğinde Oğuz Atay’ın izlerini de süren acar gazeteciliğiyle, edebiyata meylini farklı bir mecrada olsa dahi bize her zaman hissettiren Pınar Öğünç’ün Aksi Gibi adlı öykü kitabından bahsediyorum. Elbette bu bir ilk “kitap” ve iddialı yorumlardan uzak durmak gerekiyor; ama bazen bir ilk adım, sonrasında yolun ne yöne evrileceğine dair çağrışımından ve kütlesinden daha büyük bir anlam yaratabiliyor. Bu yüzden bu “ilk adım”a, sonraki kitabı beklemeden hak ettiği anlık değeri vermenin, eleştiri sınırlarını aşan bir yönü olduğunu düşünmüyorum.
Kitap on dokuz kısa öyküden oluşuyor. Kurgulanması hayli zor olan bu “kısa” öykülerin başarısını iki nokta üzerinden görebiliriz. İlki, Öğünç’ün haber değeri taşımayan, günlük hayatın koşuşturmacasının içerisinde hiç kimsenin fark etmediği “anları” ustaca yakalaması. Ki, bir anı yakalayıp anlatmak, geniş bir zaman kesitini, iğneden ipliğe anlatmaktan daha fazla yazarlık marifeti gerektiriyor. “Evde Yokum” adlı öykü, o “anlar”dan birini barındırıyor, Öğünç’ün keskin bir öykücü dikkatine ve marifetine sahip olduğunu kanıtlıyor:
“Kapıyı aralamamla ev bütün gün kapalı camlar ardında biriktirdiği nefesini üfledi yüzüme. Çürük bir dişi varmış gibi değil de, güzel bir akşamdan kalmış gibi. Hoşuma gitti. Elimdeki çantayı bir yana, anahtarı ayakkabılığın üzerindeki vazonun içine atana kadar geçen süre biraz uzayınca apartmanın ışığı da söndü. Bir an mağaramsı bir karanlıkta buldum kendimi. Kıpırdamadığım o zifiri an hoşuma gitti.”
Sıradanın gücü, haklı olmanın burukluğu
İletişim Yayınları‘ndan çıkan “Aksi Gibi” adlı öykü kitabında Pınar Öğünç, annesine benzemekten korkanların, kendisini beklemediği bir kavganın başaktörü olarak bulanların, bir masayla aynı evde otuz beş yıl yaşamaktan ruhu çürüyenlerin dünyasına çeviriyor bakışlarını. Çoğu öykünün sonunda, ağızda haklılığın ve çaresizliğin buruk tadı kalıyor. “Aksi Gibi”, gün içinde kendini birkaç kez mutlaka hatırlatıyor.
SEMİH BÜYÜ
Pınar Öğünç’ün gazete yazılarındaki eşsiz dilini, titizliğini, başarısını bilen biri olarak öykü kitabı çıkaracağını duyduğumda başta endişelenmedim değil. Gazetecilikten roman ve öykü yazarlığına geçiş yapanların yaşattıkları hüsrana bakarsak endişemde haksız da sayılmam. Fakat yanılmışım, genelde büyük şehir cenderesine sıkışan insanların açmazlarını dile getiren “Aksi Gibi”, herkesin muhakkak kendinden bir şeyler bulacağı sağlam bir öyküler toplamı.
Aynı vapura bindiğiniz bir kadının çocuğunu sürekli azarlaması, hiçbir şeyden memnun olmayan halleri içinizde ne uyandırır? Veya kredi kartınızı burnuna doğru uzattığınız, hepi topu üç saniye göz temasında bulunduğunuz bir kasiyerin surat asıklığı karşısında ne düşünürsünüz? Ya da on saattir ayakta çalıştığından bihaber olduğunuz tezgâhtarın istekleriniz karşısındaki bezgin tavırları size ne hissettirir? Yolda birbirinin omzuna vurarak ilerleyen iki gencin hikâyesine dahil olmak ister misiniz?
Yazdığı haberler ve köşe yazılarıyla ezilenin, ötekinin, güçsüzün yanında saf tutan, diline ve duruşuna gıpta ettiğim gazeteci Pınar Öğünç bu sefer öykücü kimliğiyle karşımızda: Aksi Gibi.
Kendimizi günlük kargaşaya bırakıp yanlarından teğet geçtiğimiz, şöyle göz ucuyla dahi bakmadığımız, baksak bile merak edip üzerinde durmadığımız fakat bizzat içinde eridiğimiz kişilerin, olayların, sözlerin toplamından oluşuyor “Aksi Gibi”deki kısa öyküler.
Küçük yalanlar, ilk buluşma heyecanı, kredi kartının asgarisi, iç bunaltan aile halleri, sabah otobüsleri, üst balkondan atılan izmaritler, otoban kenarı satıcıları, mutfak dolabından fayansa süzülen leke… Hah, diyor insan öykünün bir yerinde, bu benim işte, nasıl da yakalamış! Neredeyse her bir ayrıntı farklı şeyler çağrıştırıyor.